25 Aralık 2022 Pazar

Anılara Mektup

 Eski Foça’dayım. Güneş göz kırpıyor bulutların ardından. Soğuğun etkisiyle kızarmış ellerim, biramı yudumluyorum çam ağacının ardında. Tanıdık simalar görüyorum etrafta; insanlar sıcak yataklarını henüz terketmiş hoş ve samimi gülüşleriyle elleri ceplerinde yürüyorlar deryaya. Kulağımda sevdiğim ve özlediğim parçalar ile karalıyorum defterimi, Bodrum’u, Marmaris’i özlüyor anılarımda kayboluyorum. Yaz sıcağından bile daha kavurucu sevdalarım, günlerim…

Gecenin karanlığında ellerini tutup dağlarda yürüdüğüm sevgilim, bir rüya gibi geceden sabaha ne kadar da hızlı sona erdi düşlerim. Hayalini kurduğum üniforma üzerimde sert esen ayazda titreyen bedenim; eve, aileme ve kedilerime dönüşüm için sayılı günlerim…

Geçmez, bitmez deyip de akışında kaybolduğum, tutunacak bir dal aradığım yerdeyim. Belki de kavuşmuşumdur hayallerime ancak bir yanlışlık olmalı burada. Gerçekten de benim hayallerim mi tüm bu gördüklerim? 

Geçen Temmuz değil miydi en güzel anlarım? Buğday tarlaları, ayçiçeklerinden oluşan bir cennet canım Trakya. Günübirlik bir aşk, deli bir kız, eladan yeşile bir göz, verilmiş vaatler ve onca söz…

Unutmam mı gerekir yoksa borç bilmem mi lazım tüm bunları? Eksik mi kaldım karar veremiyorum, masam donatılmış içiyorum. Çapa, can simidi ve bir yelkenli, yan masamda bir çift sevgili, karşımda yaprakları dökülmüş ağaçlar, satırların ve kelimelerin arasından süzülüyor düşüyorum bir boşluğa. Zihnim olabildiğince bulanık, titriyor elim ve kalemim ne gücüm kaldı ne takatim. Bilmiyorum izin verecek mi bu yazıyı bitirmeme kaderim.


HGK 

25.12.2022

13 Temmuz 2019 Cumartesi

Gök Gözlü Kadın

   Ilık esen rüzgarda bulutlara bakıp düş kurmalı, puslu dolunayda kenetlenmeliydi ellerimiz. Ayın denize düşen yansımasında bulurduk belki kendimizi ya da dalgalarla taşınan parıltılarda. Yıldızlar arasında gezerken kaybolmalı, dünyadan kopmalıydık. Yetmez miydi zaten bunca yükü ve derdi dünyanın? Sadece sen ve ben olmalıydık tüm bahsi geçen cümlelerde. Bazen dağ başında bir kamp ateşinin başında bazen de hırçın dalgalı denizlerin kıyısında dalmalıydık rüyalara. Olmadı, gelemedik bir türlü biraraya. Görebileceğim kadar yakın lakin dokunamayacağım kadar uzak oldun bana. Belki altın tepside sunamazdım sana mutluluğu ama elimizle kazıyarak varacaktık tüm güzelliklere. Uzun zaman önce nakşedilmiş adın benliğime. Bazen rüyalarda bazen okuduğum kitapların satırlarında çıkıverdin karşıma. Beraber dolaştık kelimelerin arasında, türlü kafiyeler ve betimlemelerin arasından süzüldük rüyalarımda hayat bulduk.
   Daima umutlu bir insan oldum, kara bulutların ardında gökyüzü daima güneşlidir deyip durdum ama aşamadım bulutları, göremedim bir türlü güneşi. Dünyanın hep karanlık tarafında kalmak düştü şansıma, ne kadar çırpınsam da olmadı. Kaç kere yalnız kalıp düşünmeyi, hayal kurmayı denedin  bilmiyorum. Merak da ediyorum, hayat sana hiç yalnızlığı getirdi mi? Ne kötü şeymiş kalbinde benden başka birinin var olması.
  Engin denizlerin bekçisi yaptı beni sözlerin, baktığımda hıncını almaya çalışıyor derya. Fırtına ile yükselen dalgalar umutlarımı boğuyor. Korkmakta haklı insanlar, bu karşımdaki deniz yaklaşanı çekiyor içine. Yalnız yürüyorum günlerce bu ıslak kumlarda aklımda hayalin, başımı döndürüyor kumlarda bıraktığım ayak izleri. Beraberinde yağmuru da getirdiğinde fırtına, sığınacak bir kulübe arıyorum kendime. Girdiğimde içeriye düşünecek ve de yazacak çokça şey buluyorum kendime.              Şimdilerde içleri kum dolmuş gözlerim ufukta, aklım ise hep bulutların ardında. Düşen her bir yağmur damlası süzülürken kulübenin camından, hayalin çıkmıyor aklımdan. Çıkıp da kulübemden süzülürken denizin üzerinde, kuşlar eşlik ediyor dalgalar ile dansıma. Dinmiş fırtınadan arda kalan esintiler melodim oluyor, oturmuş yazı yazan kendimi görüyorum camın ardında. Saçı sakalı ağarmış, tutulup kalmış gök gözlü bir kadında.

İki mavi pencereden bakınca da bu kadar kötü mü dünya?

6 Aralık 2018 Perşembe

Ütopya

      Okul için kurduğum planlar üçüncü senesinde de tutmamıştı. Hafta sonu işe gidip hafta içi beynim sulanıncaya dek bilgisayarımda oyun oynuyor, arada bir de sınava çalışıyordum. Kendime bir haftalık boşluk yaratıp hemen kuzey tarafına kaçtım. Gölette bulunan kano tekneme kamp ve yaşam malzemelerimi yükleyip hiç beklemeden kuzey denizine açılmaya başladım. Issız bir yer bulup kampımı birkaç gün kalacak şekilde kurmayı planlarken kürek çekiyor ve düşünüyordum.

    Yedi sene önce, tekvando kursuna kaydolmak amacıyla gittiğim spor salonunda arkadaşlarımın ısrarı üzerine kanoya başlamıştım. Onlar üç ay sonra bıraktılar ama bu eylem benim yaşam tarzım oldu. Gezgin ruhumu özgür bıraktım, gittiğim yarışlarla ülkemin dört bir yanını gezdim ve elle tutulacak düzeyde başarılar elde ettim. Bu spor, öz güvenimi yükseltip tüm başarılarımın temelini oluşturdu. İlk bindiğim tek kişilik tekne kaderime aldığım ilk kürekti muhtemelen. Sonrasında hiç yalnız olmadım; nereye gitsem altımda emektar teknem, elimde yorgun küreğim vardı.

    Geçmişi yad ederken, ileride gördüğüm küçük koya yanaşıp teknemi kıyıya çektim. Düzlük bir alana çadırımı kurup malzemelerimi yerleştirdim. Kaç gün kalacağım belli değildi ama hazırlığım bir hafta yetecek derecede iyiydi. Yerleşme işinin ardından deniz kenarından taşlar toplayıp bir ocak yaptım. Ateşimi yakıp denizi izlemeye koyuldum. Dalgalar kuzey denizine yakışır şekilde şiddetli ve yoğundu. Kıyıya vuran her bir dalga ve rüzgarın ağaçlar arasında dolaşan sesi, dinlediğim tüm şarkılardan daha anlamlı ve huzur vericiydi. İşte hep olmak istediğim ve hiç ayrılmak istemediğim yerdeydim. Ateşi kuvvetlendirip geceyi geçirmek için çadırıma sokuldum. Her zaman olduğu gibi geçmişin muhasebesini yapma vakitleriydi bu saatler. Dışarıdaki melodi hesaplaşmaların yine sonuçsuz kalmasına hükmedince karardı bir anca dünya.

    Dalga sesleriyle uyanıverdim bir müddet sonra. Dışarı çıktığımda çadırımda değil bir toprak barınakta olduğumu, kamp alanımda değil okyanus kenarı falezlerin yanında bulunduğumu gördüm. İçimden bir güç beni uçuruma doğru çekiyordu. İstem dışı bir şekilde falezlerin ucuna kadar yanaştım ve bir anda kendimi boşluğa bıraktım. Düşeceğimi düşünürken gökyüzünde süzülüyordum. Kontrolüm altında değildi ama müthiş bir haz içerisinde yükselip yemyeşil vadilerin arasında süzülüyordum. Lale tarlalarının üzerinden geçip dağ yamacındaki papatyaların yanına geldim. Burada, çocukluğumda yaptığım gibi bir taç yapıp tekrar yükseldim. Papatyaları bırakmak üzere barınağa yöneldim. Barınağın ilerisinde, falezlerin aşağısında yine onu gördüm; denizkızı olmalıydı. Ona doğru ilerlerken garip bir şekilde üşümeye başladım ve yüzümde bir ıslaklık hissi belirdi. Aramızda beş metre kadar kalmıştı ki üşüme ve yüzümdeki ıslaklık hissi iyice arttı ve bir anda tüm ortam karardı.

    Yağmur yağacağını tahmin edememiştim anlaşılan. Yaktığım ateş sönmüş, çadırım da su damlatıyordu. Gecenin karanlığında çadıra branda çekip tekrar yatağıma girdim. Bu sefer sorunsuz bir şekilde uyuyup sabah ettim.

    Hayat bazen planladığımız gibi gitmeyebilir ama her zaman yeni bir yol, yeni bir macera bulmak mümkündür. Kano sporuna başlamak için gittiğim spor salonunda, arkadaşlarımın ısrarı üzerine başladığım bu yolculuk, şimdi hayatımda yeni maceralara ilham olacak bir hikayeye dönüşüyordu. Belki de en güzel anılar, en beklenmedik anlarda ve yerlerde saklıydı. Bu düşüncelerle evime dönerken içimde bir huzur ve heyecan vardı. Bir sonraki yolculuğumun ne getireceğini bilmesem de, her anın tadını çıkararak yaşamaya kararlıydım. 

                                                                                                                                            Mart 2017








4 Haziran 2018 Pazartesi

SUALTINDA 40 DAKİKA

     Bir çoğumuzun hayatı genel olarak iş, okul ve benzer sebeplerden ötürü dört duvarın arasında geçmeye devam ediyor.  Hayatı bu şekilde devam eden bir çok birey planlarını ya bir kaç saatlik akşama ya da bir iki günlük hafta sonuna göre belirliyor.

     Yaklaşık olarak 6 yıldır kano/kayak ile uğraşıyorum bunun 4 yılı ise profesyonel durgunsu kano yarışçılığı ile geçti. Her antrenman benim için yeni bir başlangıç oluyordu çünkü sudan çok korkuyordum. Bu korkuma rağmen günümüze dek suda yapılan sporlar dışında başka bir aktivitemin olmaması da bu işin ironik kısmı.
  Bu korkumun üzerine gidip onu yenebileceğim alanları sürekli takip ediyordum. Okulumda seçmeli ders olarak karşıma çıkan tüplü dalış branşı benim için çok büyük bir adım olacaktı. 3 Hafta süren teorik derslerin ardından 2 metre derinliği olan havuzumuzda uygulamalı derslere başlamıştık. Maske tahliye, regülatör bulma gibi basit ama son derece önemli uygulamalardan sonra dalışlarımızı icraa etmek üzere okul olarak Antalya’nın Kemer ilçesine gittik. 
 Otelde hocamızın kısa bir brifinginden sonra dalış teknemize vardık. Teknemiz kıyıdan ayrıldığı an içimde tarif edilemez bir heyecan ve korku oluşmuştu. Korkuma rağmen nasıl gelip bu teknede oturduğuma ve biraz sonra suyun altında olacağıma inanmakta güçlük çekiyordum. Ben hala bunları düşüne dururken dalış sıram gelmiş ve ekibim hazırlanmaya başlamıştı. Bende yerimden doğrulup dalış platformuna yöneldim. Heyecan ile dalış tulumumu giyerken artık  bu işin burada çözüleceğine kanaat getirmiştim. Tulumumu giydikten sonra regülatörü tüpe monte edip tüpümü kuşandım ve paletlerimi de giydim. Artık suya atlamak üzereydim. Dalış eşim ve ben birbirimizin ekipmanlarını kontrol ettikten sonra karşılıklı güvenden ötürü içimde ki özgüven biraz daha artmış ama heyecanım hala en üst seviyedeydi. Artık denizin ortasında, tekneden suya atlamak üzereydim, maskemi takıp denize doğru büyükçe bir adım attım ve artık sudaydım. Tarif edilemez bir heyecan ve mutluluğun ilk adımıydı bu.
 Tüm ekip suya girdiğinde artık yavaşça o aşağıda ki gizemli dünyayı ziyaret etme vakti de gelmişti. Denge yeleklerimizin havasını boşaltıp aşağıya doğru batmaya başlamıştık. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, yıllardır hep sudaydım ama ilk defa sualtına iniyordum. Aşağıda bizi rengarenk balıklar karşıladı. Kaçmaktansa adeta bizi karşılarcasına çevremizde dolaşıyorlardı. 10 metre derinlilkte çırptığım her palet beni bu gizemli dünya da biraz daha ilerletirken korkumdan da aynı derece uzaklaştırıyor ve korkumu mutluluğa dönüştürüyordu. Balıklar eşliğinde sualtı mağaralarından geçip batık gemilerin etrafından dolandıkça aldığım hazzı burada kelimeler ile anlatmam pek mümkün değil. Orada rengarenk hayatın peşinden gittikçe ve o güzellikleri keşfetme çabası içinde uğraşırken yaklaşık olarak 40 dakika suyun altında kaldım. Dalış liderimizin peşinden giderken yüzeydeki dalgaları yakından gördüğümde artık bu ilk dalışımın sonuna geldiğini anlamıştım. 
 Yüzeye çıktığımızda içimde ki mutluluk ve heyecan korkumu perdelemiş bir an önce tekrardan aşağıya inme isteği uyandırmıştı.
 Artık tenkneye döndüğümüzde ben hala o anların büyüsündeydim. Farkında olmadan korkumu da yenmiştim. 
 Emin olun benim gibi bir korkunuz varsa aşağıdaki canlılık, gizem  ve suyun altında nefes alabiliyor olmak bu heyecanı zirveye taşıyor böylece korkunuzu da unutturuyor. Her dalıştan sonra içinizde ki merak  daha da artıyor ve o heyecan sİzi bir keşfetme arzusuna bürüyor, adeta büyülüyor. 

Bu yüksek tempolu hayatlarımızda hafta sonu tatilinizden en azından bir gün ayırıp o muhteşem dünyayı ziyaret etmek sizlere tarif edilemez bir haz verecek, tekrar tekrar dalma isteği uyandıracak ve günlük hayatın tüm stresini aşağıda bırakacaktır. Yakın zamanda aşağıda görüşmek dileğiyle. 


                                                                                       




22 Kasım 2017 Çarşamba

Papatyadan Tac

   Güneşin her doğuşundan, her batışına, her gün dönümüne ödenmiş bir bedel var. Dünya dönüyorsa hatırı için döndüğü insanlar var. Ne bir tadı kaldı yaşamanın, ne de yaşanabilirliği dünyanın. Bazen bir kedinin dostluğu ısıtıyor kalbimi bazen de vapurda ki müzisyenlerin hoş edaları. Öten kuşlar, uçuşan martılar, gökten düşüp gözümden süzülene karışan damlalar ve tarihi yarımada manzarası süslüyor çehremi. Tabii insan olan hatırlıyor bu durumda gideni ve yine anımsıyor ölümü. Dalgalar çok etkiliyor beni, her seferinde kıyıya çarpıp geri dönsede kıyıdan vazgeçemiyor. Gözümde canlanırken tüm bunlar başımı yastığa koyup gözlerimi kapıyorum, kapıyorum kapamasına da uyuyamıyorum. Dar, uzunca, taşlı bir yolda yürüyorum.
   Çıkacağım dağların taşına, tükenmişliğim ile bir başıma. Bayırda ki çiçeklerde arayacağım güzel olanı, derman diyeceğim göz yaşıma. Sırtımda silahım, yeleğimde bomba, taç yapacağım papatyalardan. Bulursam eğer dalacağım lale tarlalarına, demetler yapacağım. Taş olsada gönlüm ölmedi içimdeki çocuk.
Aydınlatmasa günümü, ısıtmasa da  içimi güneş, bir kenarda ölmeyi beklemeyeceğim. Yakacağım tek tek umutlarımı, kaybetmeyeceğim. Koruyacağım değerlerimi, ezdirmeyeceğim. Yine korurken veda edeceğim her şeye. Veda etsem de gitmeyeceğim, gidemeyeceğim... Kuşların eksik olmadığı, güneşin gitmediği, sigara dumanında bitter çikolata tadında neşeli hayatlara...

İki mavi pencereden bakınca da bu kadar kötü mü dünya...

                                                                                                                    16 Mart 2017

Ulu Çınar

   İyi, kötü ve etkisiz... Tüm seçenekler mevcut burada. Kötü olan kısmı çıkartacak olursak yaşanacak bir yer esasında. Hareketliliği hiç azalmaz, birileri sürekli bir ilk yaşıyor buralarda. İstanbul sen ne ulu bir çınarsın. Kiminin hayali, kiminin hayatı kiminin de azabısın. Süvarilerin var köşe başlarında dosta güven düşmana korku veren.

   İnsan selinin arasından sıyrılıp bir vapura biniyorum. Amacım bir yere ulaşmak değil, çok zaman önce kaybettiğim huzuru bir nebze olsun hissedebilmek. Küçük çocuklar vardır bu vapurlarda. Bir köşeden başka bir köşeye koşup annesini telaşla peşinden koşturan. Başınızı çevirip camdan dışarı baktığınızda güvertede birbirine yaslanıp hiç konuşmadan şehri seyreden çiftler, sevgilerini yaşayan gençler ve genelde yanınıza oturan ya yaptıklarından ya da yapamadıklarından pişman, gözleri nemli, sırf bir iki kelime sohbet edebilmek gayesi ile önce sana ardından da ufka bakan amcalar. Anlatacak ne çok şeyi vardır o amcaların. Söze her seferinde içerlenerek başlarlar ve ben onların akranı gibi sonuna dek dinler ve sohbet ederim onlarla, vapur iskeleye varana dek.
   Vapur sonrası biraz nefes alabilmek için Gülhane'ye giderim genelde. Ne güzel yerdir orası, geçmişten geleceğe buluşmaların noktası. Ağaçlardan oluşan bir kubbe, meraklı turistler, neşe ile sağa sola koşturan çocuklar ve altta yatan büyük bir tarih.
   Böyle geçer benim günlerim bu şehirde. Gün batımında kordona iner gök gözlü arkadaşımla buluşurum. Üsküdar'ı izlerken konuşurum onunla.
- Değiştim mi? Hayır
- Unuttum mu? Hayır
   Ben yine aynı benim. Sıradan, köşesine çekilmiş ve sessiz. Kafam eskisinden daha karışık, genellikle ağrılı. Bu vakitlerde gözlerim çoğunlukla nemli.

Dalgalar kıyıya çok sert vurmaya, kara bulutlar toplanmaya başlıyor. Bir şey desene Gök Gözlü miyavdan başka söz bilmez misin sen?

***Anlam bütünlüğünün olmadığı yerler bazı kesitlerin çıkartılmasından sonra meydana gelmiştir.

                                                                                                EKİM 2016